-
2024
-
2023
-
2022
-
2021
-
2020
-
2019
-
2018
- 2017
-
2016
-
2015
-
2014
-
2013
-
2012
-
2011
-
2010
-
2009
-
2008
-
2007
-
2006
-
2005
-
2004
-
2003
-
2002
-
2001
-
2000
-
1999
-
1998
-
1997
-
1996
-
1995
-
1994
-
1993
-
1992
-
1991
-
1990
-
1989
-
1988
-
1987
-
1986
-
1985
-
1984
-
1983
-
1982
-
1981
-
1980
-
1979
-
1978
-
1977
-
1976
-
1975
-
1974
-
1973
-
1972
-
1971
-
1970
-
1969
-
1968
-
1966
-
1964
-
1963
-
1961
-
1959
-
1958
-
1955
-
1954
-
1953
-
1952
-
1951
-
1950
-
1949
-
1948
-
1947
Öz: Sanayileşme, fosil yakıtların kullanımı, kontrolsüz tarım ve buna benzer insan faaliyetleri her geçen gün artmakta, bu faaliyetler sonucunda doğada bir takım değişiklikler ve antropojenik kirlikler meydana gelmektedir. Bu çalışma kapsamında, Marmara`da İzmit Körfezi (IZC-01), Karadeniz`de Sürmene (SC-01) ve Hopa (HC-01) kıyılarından alınan karot örnekleri, antropojenik kirliliğin varlığının araştırılması adına, litolojik, sedimantolojik, paleontolojik ve jeokimyasal açıdan incelenmiş, her bir karottan 15 numune olmak üzere toplamda 45 örneğin As, Ba, Pb, Cd, Cr,Ni, Ti ve Zn gibi ağır metal konsantrasyonları değerlendirilmiştir. Karot örneklerindeki As, Ba, Pb, Cr, Ni, ve Zn elementlerinin analiz sonuçları kullanılarak hesaplanan PLI (Kirlilik Yükü İndeksi; Pollution Load Index) kirlilik değerleri, İzmit Körfezi için 3.255, Sürmene ve Hopa`da sırasıyla 2.195 ve 1.706 olarak ölçülmüştür. Hesaplanan PLI değerleri sonuçları, İzmit Körfezi`nin kabul edilir kirlilik seviyesinin üzerinde, Sürmene ve Hopa`nın ise kirli olmalarına rağmen nispeten daha az kirli olduğunu göstermektedir. Bunun yanında EF (Zenginleşme Faktörü; Enrichment Factor) değerleri, İzmit Körfezi`nde As, Ni ve Cr elementlerinin belirgin bir zenginleşme, Pb ve Zn elementlerinin ise orta derecede zenginleştiğine işaret eder. Sürmene ve Hopa lokasyonlarında ise As, Ba ve Cr gibi elementler yetersiz zenginleşme gösterirken, Ni, Pb ve Zn elementlerde belirgin bir zenginleşme olduğu gözlenmiştir. Marmara karotu özelinde kirliğe bağlı gelişmiş jips kristalizasyonu da dikkat çekicidir. Karotlardaki paleontolojik bulguların bolluğu ve çeşitliliği de, kirlilik oranlarıyla uyumlu şekilde azalıp artar. Her 3 karotta da derine gidildikçe Pb, Zn, Cr ve As gibi elementlerin konsatrasyonlarında bir azalma olduğu görülmüş ve bu azalmaların anomali verdiği seviyelerden alınan kavkıların radyokarbon yaşları sırasıyla Sürmene`de 420±55 (GÖ), Hopa`da 500±50 (GÖ) olarak elde edilmiştir. Ayrıca bölgede yapılan diğer sedimantasyon hızına dayanan çalışmaların sonuçları ile bu yaşlar uyumluluk gösterir. Belirlenen bu yaş aralıkları Antroposen`in başlangıcı ile ilgili literatürdeki görüşler ile karşılaştırılmış ve değişimlerin bariz bir şekilde gözlendiği seviyeler, olası Antroposen sınırı olarak yorumlanmıştır.
Öz: Batı Anadolu Genişleme Bölgesinde, son 10-20 yılda yıkıcı deprem olmaksızın oluşmuş ve oluşmaya devam eden yüzey deformasyonlarının belirgin örneklerinden biri, KB-GD uzanımlı Afyon-Akşehir Grabeni içerisinde yer alan Bolvadin yerleşim alanında gözlenmektedir. Bu alanda, bir kısmı imar planı içerisinde kalan bölge ile şehrin güneybatı kısmından başlayarak kuzeydoğu istikametine doğru yer alan bölgelerde, son 4 yıldan itibaren daha önceden olmayan bazı deformasyonlar oluşmuş ve oluşmaya devam etmektedir. Bölgede yapılan çalışmalarda, yıkıcı deprem olmaksızın, uzunlukları 300 metre ile 2 km; doğrultuları ise K15°D ile K70°D arasında değişen hareketler ve yarılmalar şeklinde gelişen kademeli yüzey deformasyonları haritalanmıştır. Yerleşim alanı içerisinde haritalanan yüzey deformasyonlarının en kuzeyde olanı Bolvadin Fayı`nın güneybatıdaki devamı niteliğindedir. Yapılan jeolojik ve jeomorfolojik analizler yüzey faylanmaları boyunca, güneydoğuda yer alan bloğun 10-40 cm arasında düştüğüne işaret etmektedir. Yapılan jeodezik analizler bölgedeki son dört yıllık düşey yer değiştirme hızının 7,1 cm/yıl olduğunu göstermektedir. Bu sonuçlar, Bolvadin Fayı boyunca gelişen yüzey deformasyonlarının önemli bir nedeninin, yeraltı su seviyesi düşüşüyle ilgili olduğunu göstermektedir. Söz konusu yüzey deformasyonlarının oluşumuna, bölge tektoniğinin katkısını ortaya koymak için hendek tabanlı paleosismolojik çalışmalara ihtiyaç vardır.
Öz: Eskişehir`in doğusunda Eskişehir Fay Zonu boyunca graben içinde gelişen Miyosen-Pliyosen yaşlı gölsel birimler bitümlü şeyl, kömür damarı, konglomera, silttaşı, kumtaşı ve kiltaşından oluşmaktadır. Jeolojik, mineralojik ve jeokimyasal analizler, Alpu kömür havzasındaki ES4 ve ES7 karotlu sondaj loglarından alınan örneklerde yapılmıştır. Baskın olarak smektit, kaolinit, illit, kuvars, feldispat, dolomit, siderit, aksesuar olarak amfibol, jips, alunit ve pirit bulunmaktadır. Ana kayaçlarda muskovit, klorit, feldispat, serpantin mineralleri ve matriksleri kısmenveya tamamen killeşmiştir. Mikromorfolojik olarak, feldispat kalıntıları üzerinde smektit yaprakları ve plakamsı illit kristalleri diyajenez koşulları altında alkali mikro-ortamsal koşullar altında çözülme ve yığışma mekanizmasıyla oluştuğunu desteklemektedir. Hafif nadir toprak elementlerin (HNTE), orta nadir toprak elementleri (ONTE) ve ağır nadir toprak elementlerine (ANTE) kıyasla zenginleşmesi ve pozitif Eu anomalileri feldspatın bozuşmasını desteklemektedir. Feldispat, biyotit ve serpantinin alterasyonunun sonucu olarak Al, Fe ve Mg`un konsentrasyonuyla alkali ortamda smektit oluşmaktadır. Düşük-orta Ni/Co ve yüksek V/(V+Ni) oranları oksik-dioksit ve anoksit-dioksit koşullarını yansıtmaktadır. TiO2/Ni ve SiO2 karşılık (Al2O3+K2O+Na2O) diyagramlarında bozunmuş örneklerin lokal olarak bazik magmatik kayaçlardan ve baskın olarak sedimantasyon işlemiyle, kurak ve yarı kurak koşullar altında oluştuğunu göstermektedir.
Öz: Potansiyel alan verilerinin işlenmesinde belirti gridinden (x ve y eksenleri doğu ve kuzey yönelimli olacakşekilde) yatay türevlerin x ve y bileşenlerinin hesaplanması günümüzde de önemli bir yer tutar. Bu işlemlerle belirti haritalarında ilk bakışta gözlenemeyen önemli detaylar belirlenebilir. En önemlisi ise yoğunluk ve manyetizasyondaki ani yatay değişimlerin ortaya konulmasının jeolojik haritalamaya yardımcı olabileceğidir. Bu değişimler, potansiyel alan kaynak yapılarının doğası hakkında bir ön bilgiye ihtiyaç duymadan türev tabanlı tekniklerle belirlenebilmektedir. Bu nedenle türev tabanlı teknikler potansiyel alan belirtilerinin görsel yorumlanmasında düzenli olarak kullanılmaktadır. Yatay türevlerin jeolojik kaynak yapı sınırlarının belirlenmesi amacıyla hesaplanması genelde hızlı Fourier dönüşümü (dalga sayısı ortamında) veya basit sonlu-farklar (uzay ortamında) eşitlikleri ile gerçekleştirilebilmektedir. Literatürde bu tekniklerin herhangi biri ile yapılmış sayısız çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmada ise, hem sentetik hem de gerçek gravite verilerine her iki tekniğin uygulanmasıyla elde edilmiş çözümler kapsamlı bir şekilde kıyaslanmıştır. Sentetik uygulamalar farklı derinlik senaryoları ile gürültüsüz ve gürültülü veri kullanarak gerçekleştirilmiştir. Böylece her iki tekniğin başarısı, sadece sinyal-gürültü oranında değil aynı zamanda yapı derinliği değişimlerinde de sınanmıştır. Ayrıca, Ege Graben Sistemi (Batı Anadolu, Türkiye) gibi iyi bilinen bir jeolojik ortamının bir kısmana ait gravite verilerinin kullanımı ile gerçek veri uygulamaları da yapılmıştır.
Öz: Sayısal yükseklik modelleri (SYM) on yıllar içinde evrilmiş, hassasiyetleri ve çözünürlükleri de görünür ölçüde artmıştır. Bu yüksek kaliteli SYM`lerinin jeolojik, yapısal ve jeomorfolojik faydaları bilimsel araştırmanın ve mühendislik uygulamalarının kalitesini ciddi oranda artırmış ve verinin görünürlüğünü yükseltmiştir. Lazer tarama gibi modern tekniklerin sayısal modellemede bir kuantum sıçraması yaratmasına rağmen bu metotların yüksek maliyeti uygulamalarını kısıtlamaktadır. Stereo-fotogrametrideki ilerleme ise yavaşlamamıştır. Tersine, "Hareketten Yapı Çok bakılı stereofotogrametri" (HY-ÇBS) metodunun gelişimi sayısal fotoğraflama ve bilgisayar teknolojisindeki sürekli gelişmeyle birlikte ivmelenmiştir. Bu çalışmada, HY-ÇBS yöntemi kullanarak yeryüzü modelleme nihai amacı ile hafif bir dron kullanarak bir açık maden ocağının hava fotoğrafları alınmıştır. Yüksek çözünürlüklü (0.3m/piksel) bir sayısal yükseklik modeli ve çok yüksek çözünürlüklü (0.04 m/piksel) bir ortorektifiye hava fotoğrafı oluşturulmuştur. Hem oluşturulan SYM, hem de hava fotoğrafı topoğrafyayı ve maden ocağını yüksek nokta yoğunluğu ile temsil etmektedir. Oluşturulan yükseklik modeli, maden ocağının olağan topoğrafik nokta ölçümleri ile kıyaslanmış ve havadan oluşturulan modelin hassasiyeti incelenmiştir. Modelleme hatalarının kaynakları, yerdeki zamanla değişen fiziksel değişikliklerin etkisi ve jeoreferanslamanın önemi detaylıca tartışılmıştır. HY-ÇBS yöntemi, sayısal haritalama ve çok çeşitli jeolojik ölçeklerde modelleme ve gözlem amacı ile kullanılabilecek, çok uygun maliyetli, hızlı ve gelecek vadeden bir tekniktir.
Öz: Güre jeotermal alanı KB Anadolu`da Balıkesir ili sınırları içerisinde yer alır. Bu çalışmada alanın ve yakın çevresinin jeolojik ve hidrojeokimyasal özellikleri ile aktif tektonizmayla ilişkisi ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Güre jeotermal alanının temelini Paleozoyik yaşlı Kazdağ Grubu`na ait kayaçlar oluşturmaktadır. Temel kayaların üzerinde uyumsuzlukla Triyas yaşlı Karakaya formasyonu yer almaktadır. Kretase yaşlı Çetmi melanjı bu temelin üzerinde tektonik olarak durmaktadır. Üst Oligosen-Alt Miyosen yaşlı Hallaçlar volkaniti ve Oligo-Miyosen yaşlı granodiyoritler, tüm yaşlı birimleri keserek yerleşmişlerdir. Kuvaterner yaşlı alüvyon çalışma alanındaki tüm birimleri uyumsuz olarak üzerlemektedir. Türkiye Diri Fay Haritalarında da aktif fay olarak gösterilen Edremit Fay Zonu`nun doğu kısmı üzerinde yer alan Güre jeotermal alanı yaklaşık DKD-BGB doğrultulu ve güneye eğimli bir normal fay tarafından kontrol edilmektedir. Aletsel dönemde Eylül 2013 ile Ağustos 2014 tarihleri arasında bu bölge ve yakın civarında M=3.0 dan büyük yaklaşık 12 adet deprem meydana gelmiştir. Güre jeotermal alanında yer alan dört adet sıcak su sondajından gelen jeotermal sulardan 21.09.2013-16.08.2014 tarihleri arasında 12 farklı dönemde bir izleme çalışması yapılmıştır. Yapılan sıcak su fiziko-kimyası ölçümü çalışmaları sırasında ve eş zamanlı olarak bölgede ve yakın civarında meydana depremler öncesi ve sonrasında; termal sularda özellikle T0C, pH ve EC değerlerinde bir değişim olduğu gözlenmiştir. Bununla birlikte, termal suyun kimyasal analizleri sonucunda özellikle başta Cl-, Na+ ve SO4-2 olmak üzere birçok elementel düzeyde artış ya da azalmanın olduğu tespit edilmiştir. Bu değişimlerin bölgedeki aktif tektonik rejim ile doğrudan ilişkili olduğu sonucuna varılmıştır.