- 2024
-
2023
-
2022
-
2021
-
2020
-
2019
-
2018
-
2017
-
2016
-
2015
-
2014
-
2013
-
2012
-
2011
-
2010
-
2009
-
2008
-
2007
-
2006
-
2005
-
2004
-
2003
-
2002
-
2001
-
2000
-
1999
-
1998
-
1997
-
1996
-
1995
-
1994
-
1993
-
1992
-
1991
-
1990
-
1989
-
1988
-
1987
-
1986
-
1985
-
1984
-
1983
-
1982
-
1981
-
1980
-
1979
-
1978
-
1977
-
1976
-
1975
-
1974
-
1973
-
1972
-
1971
-
1970
-
1969
-
1968
-
1966
-
1964
-
1963
-
1961
-
1959
-
1958
-
1955
-
1954
-
1953
-
1952
-
1951
-
1950
-
1949
-
1948
-
1947
Öz: İnsanın doğa içerisinde var olma çabası, kendisini ekosistemin bir parçası olmaktan çıkarıp doğayı kendi ihtiyacına uygun bir hâle getirme noktasına sürüklemiştir. İnsanın doğa ile olan bu mücadelesi şüphesiz doğada farklı ölçeklerde tahribatlara sebep olmaktadır. Ortaya çıkan bu tahribatın izleri ise jeolojik süreçler içerisinde kayıt altına alınmaktadır. İnsanın doğaya etkileri ile ortaya çıkan çevresel değişiklikler ise günümüzde "antropojenik kirlilik" olarak isimlendirilmektedir. İnsanın doğa üzerindeki kalıcı izlerini tanımlamak amacıyla yapılan en ciddi çalışmaların başlangıcı 19. yüzyılın ortalarına dayanmakta olsa da özellikle antik Yunan ve Romalı yazarların ve filozofların günümüze ulaşan eserlerinden de bu farkındalığın çok daha eskiye dayandığı bilinmektedir. Bu etkilerin yapılan gözlemler ve bilimsel metotlarla araştırılmaya başlanarak evrildiği son döneme doğru birçok araştırmacı, içinde bulunduğumuz jeolojik seri olan Holosen`in zamansal olarak ayrılması ve Holosen`den sonra yeni bir jeolojik seri olarak Antroposen`e girilmesi gerektiğini savunmaktadır. Aslında bu görüş 19. yüzyılda defaatle dile getirilmiş olsa da sonradan unutulmuş ve 2000`li yılların başından itibaren tekrar gündeme getirilerek popülaritesi artırılmıştır. Bu zamansal ayrımın tekrar önerilmesinin ardından, Antroposen`in varlığı ve başlangıcı ile ilgili çalışmalar nispeten yoğunlaşmış ve birçok araştırmacı tarafından tartışılan ve multidisipliner bir kapsamda irdelenen bilimsel bir konu hâline gelmiştir. Gelecekte Antropojen ve Antroposen kavramlarının netleştirilmesi ve detaylandırılması adına elealınması gereken 2 ana unsur bulunmaktadır. Bunlar; (1) antropojenik etki/katkının ölçülmesindeki standartların belirlenmesindeki özellikle jeojenik problemler ve çözümü için uygulanması gereken adımlar ve (2) Antroposen`in zamansal olarak ayrılmasının artık kavramsal olarak tartışmasından çok, mutlak yaş verileri ile desteklenebilecek çalışmaların üretilmesinin gerekliliğidir. Bu unsurların dikkate alınarak yapıldığı farklı bölgelerdeki çalışmalar hiç şüphesiz antropojenik etkinin boyutunu ve Antroposen sınırının zamansal ayrımını daha net bir biçimde ortaya koyacaktır.
Öz: Bu çalışma, Baltık Denizi`nin batısında 1800`lü yıllardan önce ve sonra artarak gelişen insan faaliyetlerinin (tarım, ziraat, kentleşme, yerleşim, savaşlar, sanayileşme gibi) ve soğuk iklimsel dönemlerin izlerini araştırmak amacı ile yapılmış olup, 1978 yılında Almanya`nın Eckernförder (EB) ve Geltinger (GB) körfezlerinden "SENCKENBERG" Araştırma Gemisi ile sediment örnekleri alınmıştır. Vibrasyon çekiçleme yöntemi ile alınan bozulmamış 2 kutu karotun sedimentleri üzerinde tane boyu, karbonat, organik karbon, element, Pb-210 tarihlendirme ve SEM-EDAX analizleri yapılmış ve sonuçlar istatiksel yöntemler ile de yorumlanıp tartışılmıştır. Körfezlerin zaman zaman suboksik-anoksik koşullarında çökelen gri-siyahımsı balçık çamuru ("schlick") çoğunlukla silikat-aluminyum silikat minerallerinden oluşmaktadır. Karbonat miktarları her iki karotda da düşük (çoğunlukla<%3) iken, EB sedimentleri GB sedimentlerine göre nisbeten daha ince tanelidir. Bölgesel özgün kaynak ve ortamsal koşullar her iki körfez sedimentlerinde de yüksek organik madde birikimine (%2-6) neden olmaktadır. Ana element miktarlarının çoğu (Si, Al, K, Mg, Fe, P) karotlar boyunca önemli değişimler göstermemekte ve litojenik-jeojenikkaynağa işaret etmektedir. Mn, Co ve kısmen P miktarlarının karot boyunca değişimi ise, sedimentde diyajenez ile izah edilmektedir. Cr, Ni, Cu, Pb, Zn, Cd ve Hg miktarları karotların üst seviyelerine doğru artış göstermektedir. Karotlarda üst seviye metal miktarlarının alt seviye değerlerine bölünmesi ile hesaplanan kirlilik faktörleri Hg için 18-76 (çok yüksek kirlilik); Cd için 3,5-4,7 (belirgin, yüksek kirlilik); Zn ve Pb için 2,1-2,9 (orta-az derecede kirlilik) ve Cu, Cr, Ni, Co, Mn, Fe için 0,7-1,7 (çok az derecede kirlilik) arasında değişen değerlere işaret etmektedir. Özelliklede yüksek metal miktarları (CF>2) bölgede 1800`li yıllardan itibaren antropojenik etkilerin varlığını göstermektedir. Karotların üst 4-22 cm derinliklerinde tesbit edilen kömür, kül ve metalik cürufların varlığı da bu görüşü desteklemektedir.
Öz: Antropojenik etki ile oluşan asit maden drenajı (AMD) düşük pH, yüksek konsantrasyonda metal, sülfat, çözünmüş ve askıda katı madde içermektedir. Türkiye`nin kuzeybatısındaki Çan kömür havzasında bulunan Etili kömür madeninde 1980`li yıllardan günümüze AMD`nın neden olduğu çevresel sorunlar yaşanmaktadır. Madencilik faaliyetleri neticesinde kömür ocaklarının çevresinde oluşan tane boyutu ince ve yüksek sülfür içerikli pasalar geniş alana yayılmakta ve AMD oluşum süreçlerini hızlandırmaktadır. Bu çalışmada, Etili kömür madeninde oluşan AMD`nın nötralizasyonu ve çevresel etkilerinin azaltılmasında akışkan yataklı termik santral atığı olan uçucu külün etkisinin laboratuvar ölçeğinde belirlenmesi amaçlanmıştır. Kimyasal analiz sonuçları, çamur pH`ı ve asit-baz hesaplama testlerine göre Etili maden sahasındaki pasaların efektif olarak AMD üretimini önlemek için ağırlıkça en az %30 uçucu kül ile karışması gerektiği saptanmıştır. Belirlenen optimum karışım oranına göre hazırlanan liç testleri sonucunda liçin pH değerinin arttığı, elektriksel iletkenlik, metal (Al, Fe, Mn, Ni, Pb ve Zn) ve sülfat konsantrasyonunun azaldığı belirlenmiştir. 24 saatin sonunda karışım liçinin metal konsantrasyonu Yerüstü Su Kalitesi Yönetmeliği limit değerlerini sağlamış ve 720 saat boyunca liçin metal konsantrasyonunda artış olmamıştır. 720 saatin sonunda liçteki metal konsantrasyonun %72-97 arasında azaldığı tespit edilmiştir. Bu çalışma ile uçucu kül kullanılarak AMD`nın çevresel etkilerinin minimize edilebileceği saptanmıştır.
Öz: Erdek Körfezi Marmara Denizinin güneybatısında yer almaktadır. Ortalama ve maksimum derinliği sırasıyla yaklaşık 34 ve 55 m`dir. Çalışma alanı Marmara Denizi`ndeki diğer körfezlere (İzmit, Gemlik) kıyasla antropojenik kökenli kirleticilere daha az maruz kalmıştır. Körfeze başlıca tatlı su ve çökel taşınımı Karabiga ve Gönen nehirleriyle gerçekleşmektedir. Bu nehirler Gönen ve Biga ilçelerinin evsel, tarımsal ve endüstriyel (seramik fabrikaları ve deri sanayi) kaynaklı atık sularını bünyelerine alarak Marmara Denizi`ne boşalırlar. Bu çalışmada, Gönen Nehri ağzı -16m su derinliğinden alınan 174 cm uzunluğundaki karot çökel örneğinde geçmişten günümüze antropojenik ve/veya doğal kökenli ağır metal miktarındaki değişimler incelenmiştir. Bölgenin ağır metal zenginleşmesi; ağır metal (Cu, Pb, As, Zn, Cr ve Co), tane boyutu ve toplam organik karbon (TOK) analizleri ile değerlendirilmiştir. Elde edilen bulgulara göre, karot boyunca ortalama Cu, Pb, As, Zn, Cr ve Co değerleri sırasıyla 16, 68, 10, 26, 111 ve 4 mg.kg-1`dır.Ortalama çakıl, kum, silt ve kil içerikleri sırasıyla %0,1, 1, 28,5 ve 70,4`tür. TOK değerleri %0,5 ile 1,9 arasında değişim göstermektedir. Çalışma alanının ağır metal birikim tarihçesini daha net değerlendirmek için karot boyunca zenginleşme faktörü (EF) değerleri hesaplanmıştır. Karot düşey profili boyunca ortalama EF değerleri; EF-Pb 12,2,EF-As 4,8, EF-Cr 3,3, EF-Zn 1,1, EF-Cu 0,9 ve EF-Co 0,7`dir. Sutherland (2000) zenginleşme faktörü kirlilik derecesi sınıflamasına göre karot çökel örnekleri Cr ve As ile orta derecede, Pb ile de önemli derecede kirletilmiştir. Çalışma alanı Co, Cu ve Zn bakımından kirletilmemiştir. EF-Pb, EF-As ve EF-Cr değerleri körfeze tarımsal ve endüstriyel kökenli (deri sanayi) arıtılmamış antropojenik kaynaklı atık suların deşarj edildiğini göstermektedir.
Öz: Ortalama yağış yüksekliği 1300 mm olan Doğu Karadeniz Havzası ülkemizin en fazla yağış alan bölgesidir. Ancak bu bölge, topoğrafyasının aşırı derecede eğimli, havzada yüzeylenen kayaçların geçirimsiz-az geçirimli olmasına bağlı olarak kaynak ve yeraltı suyu potansiyeli açısından ülkemizin en fakir bölgeleri arasında yer alır. Doğu Karadeniz kıyı şeridi boyunca kuzeyden güneye doğru derin vadiler oluşturarak akan akarsuların taşıdığı alüvyonlar denize yakın kısımlarda yeraltı suyu bakımından önem taşımaktadır. Kalınlıkları ve genişlikleri kuzeyden güneye gidildikçe azalan alüvyonların uzunlukları 1 km ile 16 km ve genişlikleri ise 50 m ile 1500 m arasında değişmektedir. Kalınlıkları en fazla 60 m olan bu alüvyonlarda açılmış olan kuyulardan içme-kullanma suyu sağlanmaktadır. DSİ(2015) verilerine göre statik su seviyesi 0,3 m ile 1 m, dinamik su seviyesi 5 m ile 15 m arasında değişmektedir. Doğu Karadeniz Havzası kıyı akiferlerinde depolanan su hacmi 238 hm3`tür. Bu akiferlerin bir kısmı geçmişte bir kısmı ise halen içme-kullanma suyu kaynağı olarak kullanılmaktadır. Ancak dar vadiler arasındaki kısmen düz alanları oluşturan bu akiferler üzerinde son yıllarda sanayi siteleri, kum-mıcır gibi taş ocakları ürünleri, kömür depolama ve paketleme tesisleri, depolar ve bazı kamu kurum ve kuruluşlarının binaları gibi yapılaşmalar artmaktadır. Bu çalışmada bu yapıların akiferler üzerinde kapladığı alanlar tespit edilmiş ve akiferlerin tamamında yapılaşmanın olduğu, çoğunluğunda çeşitli depolama faaliyetlerinin, yarısında ise sanayi sitelerinin yer aldığı, bir kısmında da beton üretim faaliyetlerinin olduğu belirlenmiştir. Havzadaki akiferler havzanın en önemli yeraltı suyu kaynaklarıdır ve 4 ilin içme-kullanma suyunu karşılamak amacıyla kullanılmaktadır. Geçmişte içme-kullanma suyu sağlayan Değirmendere ve Taşlıdere akiferleri tamamen kentleşme baskısı altında kalmış ve yeraltı suyu kullanımı sonlanmıştır. Yerleşim yeri içerisinde kalan Melet, Civil, Pazarsuyu (Ordu) ve Batlama ve Keşap (Giresun) akiferlerinde kentsel faaliyetler artarak devam etmektedir. Havzada birçok kuyu yerleşim yeri içerisinde kalması sebebiyle, Giresun Pazarsuyu akiferinde ise mangan konsantrasyonun fazla olması nedeniyle kullanım dışı bırakılmıştır. Yeraltı suyu bulundurma kapasiteleri diğerlerine göre fazla olan Curi, Yağlıdere, İyidere ve Fırtına akiferleri kentleşmenin etkilerinin en az olduğu akiferlerdir. Daha uzun yıllar kullanılabilmesi için Doğu Karadeniz kıyı akiferlerinin kaliteve beslenme açısından korunması kaçınılmazdır.
Öz: Çalışma alanı, Doğu Anadolu`daki Tunceli ilinin Pertek ilçesinde bulunmaktadır. İnceleme alanının jeolojisi, Doğu Toroslar`ın jeodinamik evrimi içinde çok önemli bir rol oynamaktadır. Çalışma alanındaki jeolojik formasyonlar yaşlıdan gence doğru, Paleozoik Keban Metamorfitleri, Üst Kretase Harami Formasyonu, Orta-Üst Eosen Kırkgeçit Formasyonu, Üst Miyosen Karabakır Formasyonu, Kuvaterner yaşlı alüvyondur. Çalışma alanında yüzlek veren birimler, litolojik, yapısal ve hidrojeolojik özelliklerine göre üç ana başlık altında ele alınmıştır. Çalışma alanının temelini oluşturan Keban Metamorfitleri içinde yer alan kireçtaşı, mermer, dolomitik mermer seviyeleri oldukça kırılgan ve karstlaşmış olmaları nedeniyle termal suların rezervuar kayaçlarıdır. Kırkgeçit ve Karabakır formasyonları geçirimsiz özellikleri ile jeotermal alanın örtü kayaları olarak ortaya çıkmaktadır. Keban metamorfitleri içerisindeki kireçtaşı birimlerinin bazı seviyeleri basınçlı/serbest soğuk su akifer özelliği gösterir. Bölgedeki Kuvaterner Alüvyon birim, soğuk yeraltı suyu üretimi için en önemli ve uygun birimdir. Keban Baraj Gölü, hidroelektrik enerji üretimi, taşkın kontrolü ve sulama açısından bölgede oldukça önemlidir. Termal ve maden suları genellikle yüksek mineral içeriğine sahip olmaları nedeniyle, yüzey ve yeraltı suları ile boşaldıkları alanlardaki tortullarda kirlenmeye neden olabilmektedirler. Bölgenin su kaynaklarının içme ve sulama amaçlı kullanılması nedeniyle, bu çalışmanın özünde suların kalitesi değerlendirilmiştir. Bu sebeple, kirlenmenin ölçümünü göstermek için su ve sediment numuneleri bor, arsenik ve diğer kirletici maddeler (Pb, Fe, Sb, Sn ve Hg) için analiz edilmiştir. Su örneklerinin analizinden elde edilen sonuçlar, bazı örneklerde B, As ve Pb konsantrasyonlarının TSE içme suyu standartları sınır değerlerini aştığını göstermektedir .Sediment örneklerinde Fe konsantrasyonu 2,16 ppm, Hg ve Sb konsantrasyonları ise 0,05 ppm`dir. Ayrıca Singeç Çayı`nda bulunan kaplıcalara toplanan tortul örneklerinden bazıları, B, As, Sb, Hg ve Pb gibi jeotermal akışkanlardan kaynaklanan diğer kirleticilerle kirlenmiştir. Bu çalışmada, Pertek Jeotermal Sahası`nda ve etrafındaki alanda bulunan sediment ve sularda, jeotermal faaliyetlerden kaynaklanan B, As ve diğer kirletici maddelerin (Pb, Fe, Sb, Sn ve Hg) mevcudiyetinin jeokimyasal değerlendirmeleri tartışılarak, bölgedeki antropojenik kirlilik değerlendirilmiştir.
Öz: Alexandria Troas Antik Kenti`nde yer alan Kestanbol jeotermal alanı, Biga Yarımadası`nın plütonik yükselimleri ile komşu metamorfik kayaçlarının kontağında bulunmaktadır. Bu alan aynı zamanda Kuzey Anadolu Fayı`nın güney kolunun batıya olan uzantılarını temsil eden DKD-BGB uzanımlı sağ yanal doğrultu atımlı bir fay segmenti ile kontrol edilmekte olup, Biga Yarımadası`ndaki en yüksek sıcaklığa sahip jeotermal alanlardan biridir. Kestanbol jeotermal alanında bulunan sondajdan çıkan jeotermal akışkan tesisin ısıtılması, termal turizm ve balneolojik uygulamalarda kullanılmaktadır. Jeotermal akışkan çevreye düşük debi ile sürekli olarak sızmakta ve ayrıca kaplıcanın atık suyuIlıca deresine deşarj edilmektedir. Bu çalışmada, Kestanbol jeotermal alanında yer alan sondaj ve kaynakların hidrokimyasal karakteristiği belirlenerek, toprak ve dere sedimenti üzerindeki çevresel etkileri ve antropojenik kirlilik yaratma potansiyeli değerlendirilmiştir. Kestanbol jeotermal akışkanının sıcaklık, elektriksel iletkenlik (EC) ve pH değerleri sırasıyla 59,5-74,1ºC, 30,3-35,5 mS/cm ve 6,45-6,71 arasındadır. Jeotermal kaynaklar NaCl su tipinde olup, ortalama NaCl konsantrasyonu 19511 mg/l`dir. Kestanbol jeotermal akışkanının yüksek EC değeri ve toplam çözünmüş katı madde içeriğinin yanı sıra Na+, Cl-, B, Ba, Fe ve Mn konsantrasyonu bakımından TS 266`ya göre izin verilen maksimum değerlerin üzerindedir. Ayrıca jeotermal akışkanın EC değeri ve Na+, Cl-, B ve Fe konsantrasyonu Yerüstü Su Kalitesi Yönetmeliği`ne göre çok kirlenmiş su (IV. sınıf) kalitesindedir. Kestanbol jeotermal alanında kabuklaşma problemi vardır. XRD ve SEM-EDX analizleri ile kabuğu oluşturan minerallerin kalsit, halit ve siderit olduğu tespit edilmiştir. Jeokimyasal analiz sonuçlarına göre kabuk, toprak ve dere sedimentindeki As, Fe ve Mn konsantrasyonunun Dünya kıtasal kabuk ortalama değerinden yüksek olduğu saptanmıştır. Zenginleşme faktörü ve jeobirikim indeksi değerlerine göre yoğun kayaç etkileşiminde kalan jeotermal akışkanın deşarjı sonucunda toprak ve dere sedimenti As ve Mn metal(loid)leri açısından zenginleşmiştir. Kestanbol jeotermal akışkanın ve tesisin atık suyunun çevresindeki toprağa ve Ilıca deresine deşarj edilmemesi önerilir.
Öz: Bu çalışmada yaz aylarında yoğun nüfusa, kış aylarında ise düşük nüfusa sahip, yakın çevresinde termik santral bulunan Güllük Körfezi`ndeki yüzey sedimentlerinin kurşun (Pb), kadmiyum (Cd), krom (Cr), bakır(Cu), çinko (Zn), arsenik (As) ve alüminyum (Al) içerikleri incelenmiştir. Bu amaçla körfezden 2011-2012 yılları arasında Mayıs, Haziran, Temmuz ve Eylül aylarında yüzey sediment örnekleri alınmıştır. Liyoflizatörde kurutulan örneklere mikrodalgada kuvvetli asit (HNO3+HF+HClO4) çözünürleştirmesi uygulanmıştır. Güllük Körfezi yüzey sedimentlerinde atomik absorpsiyon spektrofotometresi ile belirlenen toplam metal konsantrasyonları sırasıyla Pb için 1 ile 209 µg/g; Zn için 10 ile 259 µg/g; Cu için 1 ile 59 µg/g; Cr için 0,1 ile 46 µg/g; Cd için <0,01ile 2,8 µg/g, As için <0,01 ile 0,4 µg/g ve Al için %0,6 ile %5,9 arasında değiştiği tespit edilmiştir. Tüm ölçüm dönemlerinde körfez sedimentlerinin Cu, Cr ve As elementleri yönünden kirlenmemiş olduğu, buna karşılık Pb, Cd ve Zn elementleri yönünden ise orta derecede kirlenmiş olduğu belirlenmiştir. Yüzey sedimentlerindeki yüksek Pb,Cd ve Zn değerleri Güllük Körfezi`ne özellikle Sarıçay deresi olan karasal kaynaklı antropojenik (evsel+endüstriyel) girdilere, limanlardaki deniz taşımacılığına ve turizm aktivitelere işaret etmektedir. Artan nüfus yoğunluğuna (283,6kişi/m2) (TÜİK, 2018) bağlı olarak insan aktiviteleri de körfezdeki metal kirliliğini etkilemektedir.
Öz: Karaali jeotermal alanı, Türkiye`deki jeotermal alanlardan biri olup, Güneydoğu Anadolu Bölgesi`nde Şanlıurfa ilinin 45 km güneydoğusunda ve Akçakale grabeni içerisindeki Karaali köyünde yer almaktadır. Karaali jeotermal alanı ülkemizin kalkınmasında çok önemli tarımsal potansiyele sahip Harran Ovası`nda bulunması, Şanlıurfa ilinin tek termal turizmi ve sera ısıtma kaynağı olması sebebiyle büyük önem taşımaktadır. Jeotermal kaynakların kullanıldıktan sonra doğrudan ya da dolaylı olarak denetimsiz bir şekilde en yakın drenaj kanallarına deşarj edilmesi, yeraltı suları ile beraberinde toprağı ve bitkileri ağır metal kirlenmesi anlamında olumsuz etkilemektedir. Bu çalışma kapsamında, jeotermal kaynaklı ağır metal kirliliğinin insan sağlığı bakımından doğrudan ve dolaylı maruziyeti tespit etmek amacıyla Karaali jeotermal akışkanı (KJ) ve yakınındaki drenaj kanalları (D9, D10, D11, D12 ve D13) olmak üzere toplamda 6 noktadan Şubat ve Ekim 2018 tarihleri arasında mevsimsel örnekleme yapılmıştır. Su örneklerinin Al, As, Co, Cr, Fe, Mn, Mo, Ni, Pb, Sb, Se ve V gibi ağır metal parametreleri belirlenmiştir. Sonuç olarak drenaj kanallarındaki suların tarımsal amaçlı sulama suyu olarak yeniden kullanılması için dikkate alınması gereken ilgili yönetmelikteki değerleri Al, Cr, Fe, Mo, Ni, Se ve V parametrelerinde aştığı tespit edilmiştir. Bunun yanında drenaj kanallarının yakınındaki iki kuyuda ise TSE 266, EPA ve WHO içme suyu kriterlerine göre sınır değeri Al ve Fe parametrelerinde aştığı saptanmıştır. Nihai olarak drenaj kanallarındaki Al, Cr, Fe, Mo, Ni, Se ve V gibi ağır metal kirliliği, yeraltı sularını sadece Al ve Fe bakımından etkilemiştir. Sulama suyunun yeniden kullanılması ile toprak, bitki ve yeraltı suyuna taşınan ağır metal kirliliği nedeniyle insan sağlığına olacak dolaylı maruziyetin şu an için yeraltı suyunun tüketimi ile doğrudan olacak maruziyetten daha etkili olduğu sonucuna varılmıştır. Ancak ilerleyen zamanda yeraltı sularında ağır metal bakımından sınır değerleri aşacak parametrelerde artışın söz konusu olması da muhtemeldir.
Öz: Suda özellikle yeraltı suyunda arsenik (As) kirliliği, majör sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Arsenik konsantrasyonu içme suyunda düşük konsantrasyonda bulunsa bile ciddi sağlık etkilerine sebep olabilir ve bunun sonucunda son zamanlarda As giderim metotları önem kazanmıştır. Bu çalışmada, Ortadoğu`nun en büyük yeraltı suyu rezervlerine sahip olan Harran Ovası`nda yer alan on kuyuda Ekim ve Mart aylarında As konsantrasyonu izlenmiştir. Bu çalışmanın temel amacı, As ile kirlenmiş bir yeraltı suyunun doğru arıtım metoduyla iyileştirilmesi için uygun arıtım metodunu seçmektir. Analizlere göre, As konsantrasyonunu sınır değerini (10 ppb) aşan hiçbir kuyu yoktur. Sonuçlar göstermektedir ki, Ekim ayındaki As konsantrasyonu Mart ayındakinden daha düşüktür. Mart ayında, en yüksek As konsantrasyonu Yaygılı kuyusunda 4,12 ppb olarak tespit edilmiştir. Ozanlar kuyusu Ekim ve Mart aylarında <0,5 ppb değerleriyle en düşük As konsantrasyonuna sahiptir. Ekim ayında en yüksek As konsantrasyonu 2,39 ppb olup Çamlıdere kuyusundadır. Çamlıdere ve Yaygılı kuyuları için As giderim metotları araştırılmış ve giderim metotları (koagülasyon ve flokülasyon, adsorpsiyon, membran prosesleri, ileri oksidasyon prosesleri, elektrokoagülasyon, biyoçar) tartışılmıştır. Değerlendirmenin sonunda, en iyi As giderim metodunun avantajları düşünüldüğünde biyoçar uygulaması olabileceği öngörülmektedir